Delhi'den Goa'ya ulaştıktan sonra 4 otobüs değiştirerek, 6 saatlik bir yolculuğun sonunda kalacağımız yere ulaştık. Taksi de bir alternatifti tabii ki ama son aldığımız karar ile az tüketip çok keşfetme yolunda emin adımlarla ilerlemek için otobüs yolculuğunu tercih ettik. Otobüse bindiğimiz ilk andan itibaren Goa'nın başka bir Hindistan olduğunu anlamaya başladım. Devasal hindistan cevizi ağaçları, inanılmaz güzel kilise binaları ilk gözüme çarpanlardı. Hep önyargılı olduğum Goa'nın beni bu kadar büyüleyeceğini tahmin etmiyordum. Büyülenmemin sebebi hiç tropik ülke görmediğim için olabilir, ya da yeşil ve deniz birleşince benim kimyam değiştiği için olabilir…


İlk tepkim “Bu insanlar neden ülkelerinde Goa gibi bir yer varken, Delhi'de yaşıyorlar?” oldu. Sonra güldüm. Kendimi düşündüm. Tamam İstanbul'a Delhi gibi demek haksızlık olur ama yine de durum oldukça benzer. Yeşili görünce gözlerimin içi parlıyorsa, deniz kokusunu içime çektiğimde tüm nefesimin tazelendiğini hissediyorsam, gözlerimin içi gülüyorsa ve tenim parlamaya başlıyorsa; neden İstanbul?
Kuzey Hindistan'dan farklı olarak burada az korna sesi, bol Rus sesi; az gülen turist, çok gülen yerli var :) Diğer şehirlerde turistler az olduğu için birbirini görünce kocaman bir gülümseme ile selamlaşıyorduk, burada bol ve uzun süreli turistler olduğu için olmalı ki gülümsemelerimiz zaman zaman havada asılı kaldı :)
Rusların Antalya'dan sonraki uğrak yeri Goa olmalı… 3 günlüğüne ya da 3 aylığına buraya gelen Rus turistlerin bir kısmı İngilizce de bilmediği için her mekanda Rusça tabelalar-menüler ya da Rus çalışanlar var. Fiyatlar da bununla orantılı olarak pahalı. Ama hala çok ucuza yemek yemek mümkün. Sadece ara sokaklara girmek ve keşfetmek gerekiyor. Fiyatların pahalı olduğu yerler de çok uçuk değil, yani Türkiye'de Bozcaada gibi bir yerde olduğunuzu ve 15TL'ye balık yediğinizi düşünün; düşünemezsiniz muhtemelen :) Burada fiyatlar hala Türkiye'den ucuz ama Hindistan'a göre pahalı; kuzeyde 15TL'ye 1 kişi 5 öğün yemek yer :)
Pazarlık yapma konusunda uzmanlaşmak gerekiyor. Tamam para birimimize çevirdiğimizde pahalı olmayabilir ama ilk söylenen fiyattan bir şey aldığınızda kesinlikle kazıklandığınızdan emin olabilirsiniz :) Satıcıların da itiraf ettiği gibi burada 2 türlü turist var; 3-5 günlüğüne gelip hiçbir şey sorgulamadan yiyip-içip, ilk duyduğu fiyata “oo çok ucuz” diyip alacağını alıp ülkelerine geri dönenler, bir de bizim gibi burada çok vakit az para harcamak isteyenler… Özellikle Türkiye'den geldiğini söylemek iyi oluyor çünkü seni pound, euro veya dolar ile para kazanan biri olarak düşünürlerse pazarlık yapmandan hoşlanmıyorlar; Türk lirasının mağduriyetini duyunca ise fiyatlar inmeye başlıyor.. Söylediği parayı hiçbir koşulda beğenmezsen hemen “say your best price” demeye başlıyorlar. Bu arada “best price"ınız her zaman karşı tarafın söylediğinin yarısından daha az olmalı.
Hindistan'a geldiğimizden beri bir sonraki adımımızdan emin olmayarak yaşıyoruz. Biliyorum zor gibi geliyor kulağa, ben de öyle düşünüyordum ama çok keyifli ve süprizlerle dolu emin olabilirsiniz. İnsan her anını planladığında, o anı önceden yaşamış gibi oluyormuş ve anın gerçek tadını, zevkini alamaz hale geliyormuş. Ya da planlarda bir aksaklık olduğunda hayal kırıklığına uğruyormuş. Şimdi düşünüyorum da insanın planı ve beklentisi olmayınca , yaşadığının tadı da mutluluğun da artıyor…
Dehra Dun'da tanıştığımız bir arkadaşımız www.workaway.info diye bir siteden bahsetmişti, önce çok umursamadık. Rishikesh'te iken incelemeye başladık, sonrasında yolumuz şekillenmeye ve değişmeye başladı. Hep karma yoga ile aşramlarda kalmak istiyordum ancak aşramların karma yoga karşılığında para aldıklarını öğrenmek beni hayal kırıklığına uğratmaya başlamıştı ki bu site aracılığıyla Goa'da şu anda kaldığımız butik otelimize ulaştık. Öğlene kadar çalışıyoruz, öğleden sonra keşfe çıkıyoruz ve cennet gibi bu yerde ücretsiz konaklayıp, 3 öğün yemek yiyoruz :) İşimiz ise çok keyifli; eski tahtalardan tepsiler yaptık, bar taburesi yaptık, mekanın fotoğraflarını çektik, dekorasyon için gerekli süslemeleri ve boyamaları yaptık, resimler çizdik.


Otelin yoga hocası tatilde olduğu için bir sabah ilk İngilizce yoga dersimi verdim; yüreğim ağzımda, kulağımda hocalarımın İngilizce yönlendirmeleri ile 1,5 saatlik ders beni terletti ama güzel geçmiş olacak ki dersime katılanlar ertesi gün yine geldiler! Benim için her ne kadar büyük bir şans ve güzel bir deneyim olmuş olsa bile; deneyimim, bilgim ve eğitmenlik yeteneğim sorgulanmadan, bana dersi ve her şeyden önemlisi insanları emanet etmeleri üzücü geldi. Ya ben yogayı çok ciddiye alıyorum, ya da insanlar gerçekten çok basite indirgiyorlar…
Her sabah elimde "Light on Yoga” göletin kenarındaki, hindistan cevizi ağaçlarının altındaki yoga stüdyosunda yoga yapıyorum. Henüz Dehra Dun'da aldığım dolu dolu eğitimi sindirmeye çalışıyorum ve yogayı tüketmeme konusunda kararlı bir şekilde her gördüğüm eğitime balıklama atlamıyorum. Zaten güvenilir bir eğitim görmüş de değilim… Buralarda “alignment” diye bir yoga türemiş. Anladığım kadarıyla Iyengar yoga hocalık eğitimi almayanlar ama pratiği Iyengar yoga olanlar bu tür yoga dersleri veriyorlar. Kundalini ile ilgili de yeni bir şey öğrendim; bu türün geleneğinde para alınmıyormuş. Bizde alındığını söylediğimde İngiliz bir arkadaş şaşırdı çünkü İngiltere'de de alınmıyormuş.
Çarşamba günü Anjuna Beach’in hemen kenarında kurulan bir pazara uğradık. Kocaman bir pazar, ne ararsanız var; baharatlar, kıyafetler, takılar, taşlar, biblolar, korsan CDler :)

Akışa bıraka bıraka akış bizi oradan oraya sürüklemeye başladı :) Bir gün kaldığımız otelin cafesinde otururken workaway'den Kanadalı bir gönüllü geldi. Şu anda kaldığı yerden ayrılınca bizim kaldığımız otele geçmeyi düşünüyormuş ve bakmak istemiş. Bir sonraki durağımız belli olmadığı için onun kaldığı yeri sorduk, anlatınca çok heyecanlandık. Sitede de görmüştük ama yeterli gönüllüleri olduğu için yeni birilerini aramadıklarını yazdıkları için iletişime geçmemiştik. Bir kaç gün içinde ayrılacak gönüllüler olduğunu duyar duymaz yerin tam adını öğrendik ve scooter kiralayıp -annecim, babacım yüreğinize inmesin- gezerken bu yere de uğradık. Veee yarım saatlik heyecanlı bekleyişin ardından gönüllü olarak çalışmamız için bizi kabul ettiler. Ormanın içinde kalacağız ve çamurdan ev yapacağız; o kadar mutlu olduk ki! Mutluluğuma diğer gönüllülerin gece kaldıkları çadırda yılan ve tarantulaya rastlamış olmaları bile gölge düşüremedi :) Bunu duyduğumdan beri tarantulayla karşılaştığım anı düşünüp derin nefes alıp veriyorum şimdilik, bakalım yılların fobisiyle yüz yüze gelirsem ne hissedeceğim :)
Aslında korkularımı bir kenara bırakmış gibiyim. Zira yılanlar ve örümceklere rağmen Deniz'i ikna ettim ve kaldığımız otelin bahçesinde 2 gece dışarıda uyuduk. Gece böcek sesleriyle uyuyup, sabah uzaktan gelen kilise çanıyla uyanmak ve hala kaybolmamış minik yıldızımı görmek bana yılanı, örümceği unutturdu.



Bulunduğumuz sahilde ne herhangi bir mekan ne de çok insan var. Elbette bizimkinin aksine çok hareketli, bol partili sahiller de var.
Deniz ise benim için hayal kırıklığı… Türkiye ve Yunanistan'ın ege kıyılarını ya da Datça'yı, Kaş'ı düşününce insanın bu denizden zevk alması mümkün değil. Deniz sürekli dalgalı, sığ ve bence fazla sıcak, rengi de soluk mavi gibi. Deniz kenarına vurmuş bir sürü deniz yıldızı, yuvalarına koşan yengeçler, dişisini etkilemek için şekillerle süslenmiş böcek yuvaları sahillerin en güzel yanı.



Bir kaç yerde okumuştum, Goa'da scooterla gezmek lazım diye; gerçekten en güzel günlerden birini bu gezintimiz sırasında yaşadık. Sabahtan çıktık yola, kaybola kaybola gezdik. Benzinimiz bitti, motoru 1,5km iterek benzinliğe ulaştık. Buna rağmen yüzümüz asılmadı. Balıkçıların yaşadığı, nehrin denize karıştığı durgun sular, kasabalar keşfettik.



Ve bir balık pazarına denk geldik. Bir tezgahın önünde kalakaldım. “Baby shark?”, “Yes, from the sea?”! “This sea?” “Yes!”. Geçici bir şok yaşadım. Şokum tabii ki geçmedi. Bugün denizdeyken kendimi şöyle teselli ediyordum “Onlar buralara gelip yumurtlayan, duygusal anne köpek balıkları. Kimseyi incitmezler!” Tam tersi olabileceğini biliyorum, konuyu deşmek istemiyorum.

Yemek konusunda Goa'da yeni ve inanılmaz bir şey denemedik çünkü meyveleri keşfetmekten sıra yemeklere gelmedi. Güney tam bir meyve cenneti. Hindistan cevizinin önce suyunu içip sonra da yemeye doyamadım. Her gün 1 hindistan cevizini bölüşüyoruz; 1,5 TL'lik atıştırmalığımız. Şeker kamışı suyunu sonunda denedim. İçine limon ve zencefil de koyuyorlar ve inanılmaz ferahlatıcı ve lezzetli bir içecek oluyor. Burada hindistan cevizi ve şeker kamışı dışında bir içeceğe gerek yok bence :)

İlk kez denediğim meyveler; gooseberry, custard apple, passion fruit, lychee, dragon fruit. Dragon fruit çok ilgimi çekmedi; lezzetsiz kivi gibi. Ben “berry” insanıyım, altın çilek mucizesini gooseberry yiyerek yaşıyorum. Custard apple ise o çirkin görüntüsünün ardında inanılmaz bir lezzet saklıyor! Manav beni iyi ki ikna etti ve oracıkta denedim! Ananas, muz ve avokado ise Türkiye'de yediğimi sandığım ama böylesini yemediğim meyvelermiş meğerse… Ananasın kokusu, tadı büyüleyici. Muz 3 çeşit; büyük yeşil olanlar, küçük ama daha kalın olanlar, bir de küçücük ve tadından yenmeyenler… Avokado ise kocaman ve inanılmaz lezzetli; kaşık kaşık yiyebilecek kadar güzel bir tadı var.


Anlatacak çok şey var. Bir sürü şeyi unuttum belki, ya da bir kısmını bilinçli olarak erteliyorum.
Yeni yıla Goa'da ağaçlar, deniz, kuşlar, böcekler, yılanlar, tarantulalar ve bir sürü ülkeden çeşit çeşit insan ile gireceğiz.

Mutluyum, mutluyuz :)

Herkesi çok özledik!