Goa'da ilk gönüllülük deneyimimizden sonra heyecanla beklediğimiz ikinci yer için Arambol'e doğru yol aldık. Arambol Goa'nın en kalabalık plajlarından birine sahip yani pek bize göre değil. Ancak kerpiçten ev inşa ettiğimiz cafe/butik otel merkezden ve plajdan uzakta, vahşi ormanın hemen yanında olduğu için huzur dolu 1,5 hafta geçirdik.
Korktuğum gibi ne yılana rastladık ne de tarantulalara… Tırtıklı ağlar ören, geceleri pırlanta gibi parlayan renkli minik örümceklerimiz oldu. Tuvalette gördüğümüz zaman ıslattığımızda yüzünün güldüğünü hissettiğimiz, odamızda ışığın içinde böceklerle beslenen ve sifonun içinden adeta bir aqua parkta oyun oynuyor edasıyla klozetin derinliklerine karışan sevimli kurbağalarımız oldu! Kocaman yarasalar ve kanat seslerini duyduk, kartalların havada süzülüşünü, masmavi ve yemyeşil kuşlar gördük.

Bazı günler öğlene kadar bazı günler ise büyük bir sevgi ve zevkle yaptığımız işimizden sonra, scootera atlayıp Goa'yı keşfe çıktık ya da uzun uzun sohbet ettik.
Bir çok plajdan hayal kırıklığı ve denize ayağımızı bile sokmadan geri dönmüş de olsak, burası gerçekten güzel bir yer. Koskocaman güneşinin dev bir kayısı gibi gök yüzünden denize karışarak batışını izlemek huzur verici. Elini uzatsan tutabilecekmişsin gibi yakın ve net görünen yıldızları ile ise gece gökyüzünün tadı bambaşka.

Elbette Hindistan'n her yerinde olduğu gibi burada da yorucu tecrübeler insanın peşini bırakmıyor. 1 haftanın sonunda, her gün içtiğimiz şeker kamışı suyunun aslında 10 rupee olduğunu ama bizden hep 20 rupee aldıklarını öğrenip inanamayışımız; plajda kendimizi hayvanat bahçesindeki maymun gibi hissedişimiz; posta ofisinden gönderim yapmanın ancak 3 günde mümkün olması; sahilde deve görmemiz; sahildeki dondurmacıyı görünce Alaska Frigo gibi bir güzellik umuduyla yaklaşıp yediğimiz dondurmanın su gibi ve bayat olması; yemek yenilecek yerlere açken değil tokken gidilmesi gerektiği gerçeğini fark etmemiz…

Her biri anlık sinirler sonrası kahkahalarla gülmemize ya da yüzümüzde eblek bir ifade ile gülümseyerek durumu kabul etmemize neden olduğu için her şey yolunda :) Her gün yeni bir taktik öğreniyor insan burada yaşarken… Mesela sokakta bir şey içecekseniz/yiyecekseniz sinsice yerli birinin içmesini veya yemesini bekleyip, verdiği paraya bakın. Sonra da parasını dahi sormadan siparişinizi verin ve parayı uzatın!
Plaj için ise Arambol'e, Anjuna'ya gitmemek yeterli olur sanırım. Aksi takdirde başınızda ayakta dikilmekten ve sizi dolu dolu 5 dakika boyunca seyretmekten asla çekinmeyecek kalabalık erkek grupları buranın kumu, güneşi gibi bir şey. Ve tabii fotoğraf çektirmek istemeleri de hala bizim için bir merak konusu. Hintlilerin Facebook sayfalarını gerçekten merak ediyorum ve görmek istiyorum; eminim “arkadaşlarla plaj keyfi” ya da “geçen yine arkadaşlarla takılıyoruz…” paylaşımları ile bir çok fotoğrafımız vardır.

Arkadaşlarımın siparişlerini alıp posta ofisine gidiyoruz. Saat 14:00, görevli teyzecim yemek yiyor. Sanıyorum ki öğle tatili. Ne zaman açılacaksınız? diyorum. Closed deyip kafasını sallıyor. Tamam ama sonra kaçta açılıyorsunuz, kaçta kapanıyorsunuz diyorum. Closed diyor yine. Sonunda çalışma saatlerini benimle paylaşıyor; 11:00-13:00 arası… 2 saat? Tamam diyorum yarın geliriz. Ertesi gün gidiyoruz, bir adam bizi uyarıyor paketleri yok sizin paketlemeniz lazım diye. Ben emin olamıyorum çünkü Rishikesh'ten de kargo gönderdim ve kargo ofisinde paketlediler. Teyzeye soruyorum, paket yok kutu almanız lazım diyor. Yerini söylüyor, Deniz scooterla öğlen sıcağında gidip kutu almak için geziniyor. “Kutu bulmak” değil, gerçekten de “kutu almak” için… 100rupee yani 5TL'ye bildiğimiz bakkallardaki karton kutulardan satın alıyor. Geldiğinde neredeyse posta ofisi kapanmak üzere. Teyze diyor ki onları kumaşla da paketlemeniz lazım, böyle paketler zarar görür diyor. Zarar görecek bir şey yok içinde, daha önce de böyle gönderdik diyorum; olmaz burası Goa diyor. Peki teyzecim neden daha önce söylemedin? Bir gün daha paketimizi gönderemiyoruz. Ardından bu kumaşla paketleme işlemi için terzilere para sormaya başlıyoruz; benim kumaşım kaliteli diyen var ve 150-250 rupee arası değişen fiyatlar… Beyaz kumaş ayol, gelinlik dikmeyeceğiz ne kalitesi?! Neyse güvendiğimiz bir amcaya diktiriyoruz ve sonunda üçüncü günün sonunda kargomuzu gönderiyoruz. Bu sefer posta ofisine ben gitmiyorum, Deniz döndüğünde 2 saat oldu yine bir şey mi çıktı dediğimde; Deniz'in yüzünde gergin bir gülümseme beliriyor. Anlaşılan teyze biraz yavaş yazıyormuş…
En güzel günlerimizden biri 9 kişi scooterlarla yola koyulup ırmak kenarında keşfe çıktığımız gün. Irmağa ulaşmak için aralara giriyoruz, kum çıkaran işçilerin kaldığı ve çalıştığı ırmak kıyısındaki bir alana ulaşıyoruz. Yanımızda Hintli ve Nepalli iki arkadaşımız da olduğu için şanslıyız, önce onlar sohbet ediyorlar ve bize güzel bir haberle geliyorlar; işçiler bizi tekneyle ırmakta gezdiriyor! Ailelerini neredeyse yıl boyunca hiç görmeden, ayda 6000 rupee için ev denemeyecek daha çok tenteden yapılmış çadır gibi bir alanda, neredeyse 20 kişi yaşıyorlar. Türkiye'de de göz ardı ettiğimiz ya da görmezden geldiğimiz, biz plazalarımıza yürürken plazaların hemen ardındaki inşaatlarda benzer koşullarda çalışan ne çok insan oluğunu hatırlıyorum. Irmak gezintimiz sonrası hızlıca bir yer sofrası kuruluyor ve bizim için aldıkları yemekleri yemeye başlıyoruz. Öncesinde daha önce hiç yemediğimiz ayrı bir yiyecek servis ediliyor. Yulaf görünümünde ama pirinç kabuğu gibi bir şey ve üzerinde esmer şekerden yapılmış bir lapa; tatlı sevmediğim için bayılmıyorum ama bu bizim soğan-ekmek gibi bir şey diye düşünerek heyecanla yiyorum. Bizimle sofraya oturmuyorlar, ayakta bekliyorlar. Önce kast sistemiyle ilgili bir şey diye düşünüyoruz ancak Hintli arkadaşımız açıklıyor; misafire saygı gereği yanımıza oturmuyorlarmış.



Konu açılınca kast sistemi üzerine kısa bir sohbet yapıyoruz ve aslında hepimiz aynı noktada buluşuyoruz; kast sistemi dünyanın her yerinde var, sadece adı konulmamış… Hindistan'da artık eski kast sisteminin olmadığını, daha çok zenginler ve fakirler olmak üzere sınıf ayrılığının olduğunu söylüyor Amid. Yani bizlerin arka sokaklarımızdaki açlığı, ayrımcılığı görmeyip, “Hindistan'da kast sistemi var, çok korkunç” dememiz ikiyüzlülükten başka bir şey değil… Biz de farklı dinlere, farklı dillere, farklı ırklara tahammülü olmayan; açın halinden anlamak için içimizdeki canavarı ortaya çıkartarak oruç tutan, sokakları kan gölüne çevirerek hayvanları kesip bir avucunu “belki” bir fakire veren insanlarla dolu bir ülkeyiz nihayetinde, kendimizi bambaşka konumlamamızın alemi yok.
Anjuna cumartesi akşam pazarının alanını görmüştük, bir arkadaş da bahsedince 5 kişi yola koyuluyoruz. İstanbul'daki trafik değilmiş, inanamıyoruz! Motorların geçemediği trafik mi olur? Sanki bütün Goa hatta bütün Hindistan bu pazara gidiyor… Pazar alanı çok renkli, her şey var. Hintlilerden çok burada yaşayan veya seyahatinde burada vakit geçirirken aynı zamanda bu pazarda tezgah açan yabancılar var… Tabii ki normal mağazalarla veya sokak arasındaki tezgahlarla kıyaslayınca oldukça pahalı. Yemekler de pahalı ve özelliği yok. Dönüş yolunda daha da korkunç bir trafik bizi bekliyor. Park alanından yarım saatte zar zor çıkıyoruz. Motor ile taksinin çarpıştığı ufak bir kaza olmuş; yaralı falan yok ama motorun şoförü biraz sinirli; taksinin kapısını açıyor ve çarparak kapatıyor sanırım bunu 10 kere falan tekrar etmiş olmalı, kahkahalarımıza engel olamadık.

Kerpiç ile geçirdiğimiz saatler ise oldukça eğlenceli geçiyor. Ayaklarla yoğurarak hazırlanan kerpiç işin en zevkli kısmı! Eller işin içine girince dikkat yaptığın işe odaklanınca, meditasyonda gibi hissediyorsun. Her günün sonunda elimde ve ayaklarımda yeni çizikler, tırnaklarımda yeni kerpiç lekeleri oluşuyor. Eller emeği yansıtırmış cidden diyorum kendi kendime…


Yeni yıl için herhangi bir şey planlamıyoruz. Aynı gün pizza partisi yapmaya karar veriyoruz ve Deniz'le ben kolları sıvıyoruz. Kerpiçten yapılmış bir odun fırını da olunca, herkesin tadına doyamadığı pizza şöleni başlıyor! 12'ye doğru scooterlara atlayıp sahildeki kutlamalara katılmak için yola çıkıyoruz. Pek çok Hristiyan Hintli aileler de bu sırada kiliselere en süslü kıyafetleriyle gidiyorlar. Yeni yıla bu sefer deniz kenarında, kumun üzerinde giriyorum; bakalım beni nasıl bir 2016 bekliyor? Tabii ki tüm “sıkıcılığımla” havai fişek gösterileri kuşları düşündürüp neşemi kaçırıyor ve bu anlamsız müzikleri neden çalıyorlar dalga seslerini dinlemek varken diye içimden geçiriyorum :) Sabaha kadar deniz kenarında dans ederek, sohbet ederek 2016′yı yaşamaya başlıyoruz.

Gitme vakti yaklaşıyor, son anda Gokarna yerine Hampi'ye gitmeye karar verdik ve arkadaşlarımızla birlikte Hampi'ye doğru yola çıktık…
Namaste!
