
Gün içinde o kadar çok şey yazmak aklımdan geçiyor ve sonra unutuyorum ki, artık kısa da olsa hemen not almaya karar verdim.
Bugün de malum yoga tatili bitti, herkes memleketine döndü; püfür püfür ağaç gölgesinde yazı yazmak üzere notlarıma geri döndüm.
“Kaldırımda yatan adam ve kedi” notunu görünce gülümsedim, başlığı da böylece hiç zorlanmadan bulmuş oldum.
Sondan başlayarak mı baştan başlayarak mı yazsam daha etkili olur diye içten içe sinsice düşünüyorum bu arada.. Sonra vazgeçiyorum bu kuruntulardan ve birkaç arkadaşımın “Sen olduğun gibi yazdığın için çok güzel oluyor” dediğini hatırlıyorum, selam yolluyorum onlara Adrasan'dan :)
Sadede geleyim hemen. Şişli'de oturuyoruz ama öyle çok kalabalık bir kısmında değil. Nesli tükenmekte olan nispeten sessiz ve yeşil Şişli sokaklarından birindeyiz. Arada bir köşedeki apartmandan yükselen “alkollü amca sesi” dışında da öyle çok heyecan dolu, entrikalı anlar yaşanmıyor mahallede. O yüzden olacak ki hafta içi bir gün, öğlen saatlerinde apartmanın arka kaldırımında yatan adamı görünce bir an irkildim. Karşı kaldırımda kendi mükemmelliğinden her zamanki gibi çok emin Türkiye vatandaşının, mahallenin çocuklarından da çocukça kahkaha ata ata adamı birbirlerine işaret etmelerine mi daha çok hayret etmeli ve irkilmeliydim bilemedim.
Dünyanın hali de malum; her an kimden ne kötülük gelir diye düşünerek yaşamaktan yabanileştik biz de. Kahkahalar atmasam da ben de öylece kalakaldım diğer köşedeki kaldırımda...
Hemen ardından da bir tebessüm yerleşti dudaklarıma. Alaycı değil elbet, bana bir kediyi hatırlattı bu gördüğüm manzara, o yüzden...
Bir gün Eminönün'den Haliç metro durağına doğru yürürken, çimenlerin üzerinde sere serpe uyuyan bir adam vardı. Belki de evsiz bir Suriyeliydi. Ve bir de siyah beyaz kedi- siyah beyaz kısmını atıyor olabilirim. Zamanında aşık olduğum siyah beyaz bir sokak kedisi vardı o yüzden kahraman olarak zihnime onu yerleştirmiş olabilirim.
Neyse, kedi belli ki şaşkın. Kendi bölgesinde horul horul uyuyan bu adamı anlamaya, tanımaya çalışıyor. Uzaktan gizli gizli yaklaşıyor. Kulaklar dikilmiş, burun tüm hızıyla kokuları ayırt etmek üzere iş başında. Şöyle uzaktan meşhur bir kedi pati savuruşu ve kendini geriye atarak sıçrama hamlesi ile hemen güldürüyor çevredeki herkesi... Bakıyor ki mekanındaki yabancıda hareket yok, bu sefer etrafında dönüyor bir güzel. Bol bol koklayarak ve farklı noktalarına savurduğu bir kaç pati darbesiyle daha uyandıramadığı adamı en azından bir nebze olsun tanımış olmanın rahatlığıyla, biraz da tedirgin arkasına baka baka uzaklaşıyor.
Belki de bölgesindeki bu yabancı yaşıyor mu diye merak etmişti. Onun merakı gerçekte neydi bilmiyorum, ama ben aparmtanımızın köşesindeki kaldırımda yatan bu adamın iyi olup olmadığını merak ettim. Karşı kaldırımdaki kahkaha atan adamlardan ya da dünyanın bizi dönüştürdüğü vurdumduymazlardan biri olmak istemediğimi yine hatırladım ve anladım. Teşekkür ettim aklıma düşen o kedi kahramanıma ve onun gibi ürkekçe yanaşıp nefes alıyor mu diye baktım, gülümsedim ve içimdeki “şu adamlara öyle bir bakış at ki, sizin bir saattir attığınız kahkahalar yerine ben 'hayvani' görevimi yerime getirdim dediğini anlasınlar” ukalalığına dur diyerek apatmana girdim hızlıca.
Kompozisyon derslerinde öğrendiğim kadarıyla her yazı bir sonuçla bitmeli, ben de şuraya bağlıyorum öyleyse: Hepimiz bazen tüm yargılarıyla, kalabalık zihniyle bizi ele geçiren çok bilmiş ve çok mükemmel insanı susturup, sıradan bir kedi olabilmeliyiz efendim. Ama siyah-beyaz bir kedi, lütfen! :)
Saygılar.